QARDAŞ TÜRKİYƏDƏN ŞƏHİDLİK ABİDƏSİ YAZIÇI-PEDAQOQUN QƏLBİNDƏ VƏ QƏLƏMİNDƏ


Şehriban TUĞRUL, DQM-nin oxucularına bu imza yaxşı tanışdır. Səhv etmirəmsə, iki dəfə dərgimizdə çap olunub. İlk dəfə şəxsini – özəlliklə həyat və fəaliyyətini də Azərbaycan oxucusuna təqdim etmişik. Ruhən, könülcə bizə sıx-sıx bağlı olan türk xanım əfəndisidir. İstedadlı yazardır, buna qədər pedaqoji sahədə uzun yol keçib, ümumtəhsil məktəblərində öyrətmən kimi layiqli fəaliyyət göstərib. Hazırda təqaüddədir.

Ş.TUĞRUL peşəsi ilə bağlı 2 kitab müəllifidir. Bədii yazıları ölkəsinin dövri nəşrlərində vaxtaşırı dərc edilir. Dərgimizin bu sayında sayın Şehriban xanımın türk dünyasının qəhrəmanlıq zirvəsi olan məhşur Çanaqqala savaşında yurd üçün varlığından keçən mehmetciklərin taleyindən yazıb. Maraqlı əsərdir. Bu əsəri ilə müəllif yalnız Çanaqqala savaşının şəhidlərinə deyil, sanki həm də çağdaş Azərbaycan tarixində möhtəşəm qələbə ilə ömrümüzə doyulmaz sevinc qatan, sonsuz şərəf gətirən, bizimcə öyündüyü 44 günlük II Qarabağ Savaşının şəhid və qazilərinə, igid döyüşçülərinə də bir abidə qoyub.
Dəyərli dostlar, istəkli oxucular, yüz eşitməkdən, bir oxumaq yaxşı olmazmı? Yaxşısı budur, özünüz oxuyun, dəyər verin! İnanıram ki, çox bəyənəcəksiniz.

Sayğılarımla:
Yusif DİRİLİ

şair-publisist,
tarix üzrə fəlsəfə doktoru

ÇANAKKALE ŞEHİTLİK VE ŞEHİTLİK ABİDESİ GEZİSİ

Türkiye’nin neresinde yaşarsan yaşa, şehitlik ziyaret edilmezmi?Canlarını, kanlarını vererek bu vatanı bize armağan eden kahramanlar, mezarı başında anılmaz mı? Bizde Çanakkale’nin bir beldesinde oturan ailelerden biri olarak ziyaret edecektik. Şehitlik hakkında kendi bilgilerimizle birlikte, çeşitli kitaplardan bilgi edindik. Yerinde görmek ve o atmosferde olmak için kendi arabamızla sabah erken yola çıktık. Küçükkuyu’dan yokuş yukarı tırmanarak; iki tarafı ormanla kaplı, kıvrımlı ve uluslararası yola göre dar olan iki şeritli yoldan; yolları kapatan tırların arasından çekinerek, korkarak ilçemiz Ayvacık’tan sonra, peynir diyarı Ezine’yi geçip Çanakkale’ ye geldik.

Çanakkale Şehitlikleri

Çanakkale merkez iskeleden, feribota bindik. Arabadan inip yukarı kata çıktık, serin havada içtiğimiz çay çok güzel geldi. Karşıdan “Dur yolcu” şiirinden Mehmetçik resmiyle birlikte ormanlık tepeye yazılmış yazıyı gördük. Çanakkale’den uzaklaşırken deniz ve şehrin manzarası harikaydı. Resimler çekindik, martıların uzattığımız simitleri elimizden kapması bizi kahkahalara boğdu.

Kilitbahir (Deniz Kilidi) Kalesi

Yirmi dakika gibi kısa sürede Kilitbahir’e geçtik. Deniz kenarında ki kahvelerde, evden getirdiğimiz nevalelerle kahvaltı yaptık. Gelibolu yarımadasının millî park kısmındaki şehitlikleri dolaşmaya Kilitbahir kalesinden başladık. Fatih Sultan Mehmet 1462/1463 Yılında: 17 metre yüksekliğinde ve yedi metre kalınlığındaki bu kale ile Çanakkale’deki Çimenlik kalesini karşı karşıya olacak şekilde aynı anda yaptırmış. Bu güne kadar onarım ve ilaveler gören bu kaleler; deniz güvenliğinde, deniz kilidi görevi görmüş. Olası düşman saldırısında boğazı ve İstanbul’u koruması için yapılan bu kalelerin; 15 Mart 1915 te Osmanlı imparatorluğu ile itilaf devletleri arasında yapılan, “Çanakkale Savaşlarında” önemi daha da anlaşılmıştır. Mimarisi, üç yapraklı yonca biçiminde olunca görüş açısı genişlediğinden, savunma sistemine çok etkisi olmuş. Deniz kilidi görevi gören bu kalede; yabancı gemileri kontrol etmek kolay olmuş.İyi ki tabelalar ve de üzerinde açıklayıcı bilgiler var, onları okuyup aydınlanıyor ve bilinçli şekilde dolaşıyoruz. Surlarının üzerinden, gözetleme pencereleri ve kulelerinden denize baktığımızda; her noktayı görüyorduk. Bu tarihi kaleye emeği geçenlere ve burada görev alanların ruhlarına minnet duaları yaptık. Kalede bol resimler çekindik ve çıktık.

Namazgâh, Mecidiye Tabyaları ve Koca Seyit Onbaşı Anıtı

Kaleden sonra yolun devamında ve deniz kenarında bulunan Namazgâh, Mecidiye tabyalarına geldik. Tabya: İçi silahla donatılan ve askerlerin yaşamını sürdürmesi için yapılan küçük toprak tepeciklerdi. Tepecikler aralarına çok büyük toplar yerleştirilmiş ve savaş sırasında boğazın korunması sağlanmıştı. Buralarda resim çekinirken, atalarımızın savaş anındaki durumlarını düşünmeden edemiyorum.
Arabayla, biraz sonra Koca Seyit Onbaşı anıtına geldik. Anıt: Seyit onbaşının sırtında mermiyle durduğu heybetli bir heykeldi. Orada biriken ve turlarla gelen insanların rehberlerini dinlemeye bizde katıldık. “Mecidiye Tabyasında bulunan topun, mermi süren vinç mekanizması bozulmuş. Düşman ise devamlı top ateşine tuttuğu bu mevzii nerdeyse ele geçirecek. Er Seyit mevziinin önemini bildiğinden iman ve vatan sevgisi gücüyle 215 kg ağırlığındaki top mermisini sırtlayıp topa yerleştirmiş. Yapılan üç atış İngiliz gemisi Ocean’a ağır hasar vermiş ve yana eğilen gemi sürüklenmeye başlamış. Nusret mayın gemisinin daha önce deniz altına döşediği mayınlara çarparak gemi dibe batmış. Bu olay savaşın lehimize değişmesine sebep olmuş. Savaşın kaderini değiştiren er Seyit’e onbaşı rütbesi verilmiş.”
Daha sonra Seyit Onbaşıya topu kaldırtmayı denetmişler ise de yapamamış. Bu iman gücü ve vatan sevgisine sahip olan iri yapılı koca Seyit ve diğer askerlerimize minnet dualarımızı yaptık. Isınmaya başlayan hava ile denizden gelen serin rüzgâr, doyumsuz deniz ve orman manzarası bizi bu yarımadaya hayran bıraktı. Anıtla ve anıtın etrafında resim çekinerek, burasını ebedîleştirdik! Bu güzelliği, kanlarını toprağa dökerek hediye eden atalarımıza ne kadar şükretsek az derken, gözlerimiz yaşardı.

Şahin Dere Şehitliği

Deniz kenarında ki kıvrımlı ve ormanlık yollardan şehitliklere doğru yol aldık. Vatanımızın özgürlüğü için canlarını veren şehitlerimizin, anıt mezarlarını görecek olmak, bizi şimdiden hüzünlendirdi. İlk ziyaret yerimiz olan Şahin Dere şehitliğine girerken, ayakta bizi karşılıyorlarmış gibi geldi. Kübra’yı, Neslihan’ı sonrada bizleri hıçkırarak ağlama tuttu. Şehitliği saygı ve dualarla dolaşırken, şehitlerin yaşlarının küçüklüğü ve memleketleri bizi çok duygulandırdı.Hele de şehitliğe adı verilen Şahin beyin babasının doktor olması; yaralanan oğlunu, hastanede en son muayene sırasına alması, sırası geldiğinde nişanlı oğlunun da ölmüş olması içimizi acıttı ve hıçkırarak ağlamamıza sebep oldu. Bu nasıl bir fedakârlıktı! Vatanın çocuklarını, kendi evladından üstün tutmuştu. Şimdi çocuklarını askere göndermeyen zenginlerin, evlatlarına çürük raporu almasına ne demeli! “Yazıklar olsun” derken şehitlerimizin de bu korkaklara, kanlarını helal etmemelerini istedim. Hüzün ve gözlerimiz kan çanağı içinde oradan ayrıldık. Daha sonra ziyaret ettiğimiz; Soğanlıdere ve Sargıyeri Şehitliğinin tabelalarını okuyup, gözyaşları içinde dolaştık. Köylülerin dediğine göre; her yağmur yağdığında toprak altından kemikler çıkarmış. Yağmur dinince köylüler, o kemikleri dualarla geri gömerlermiş.

Alçıtepe Köyü

Alçıtepe köyünde, ziyaretçilerin ihtiyaçları için; lokantalar, kahvehaneler, gözleme-ayran satış yerleri, marketler açmışlar. Sergilerde, Çanakkale savaşını simgeleyen anahtarlıklar, kurşun askerler, askeri kıyafetler, tablolar, çantalar, çakmaklar neler yoktu ki… Bizde eşe-dosta verilecek ufak güzel şeyler, kendimize de şapkalar aldık. Havanın çok sıcak olması dolayısıyla, midemiz bozulur diye lokantada değil gözlemecide karnımızı doyurduk. Kahvehanelerde ise bol bol çay ve su içtik. Çeşmelerde yüzümüzü yıkayıp serinledik.

Alçıtepe Köyü Müzesi

Salim Mutlu adında değerli bir vatanseverin açtığı; harp malzemelerini sergileyen özel müzesini gezdik. Sergide; birbiri içine girmiş mermiler, kafatasları ve içindeki mermiler, küçük kemik parçaları, dişler, asker ve komutanlara ait resimler, haritalar, silahlar, askeri giysiler, bükülmüş çiviler, kurşun deliği taşıyan mataralar, sedyeler yüreklerimizi parça parça eden ve bizi ağlatan neler, neler… Bu müze ücretsiz geziliyor ve dededen toruna bakımı devam ediyormuş. Özel müzeye bakımı için, insanlar can-ı gönülden bağış yapıyor ve çıkarken de teşekkür ediyorlardı. Kutsal olan, özveri gerektiren bu büyük hizmet için çok yaşayın siz, Mutlu ailesi.

Alçıtepe Köyünde Canlı Müze

Bu köyün birde canlı müzesi olduğunu öğrenince, oraya da uğradık. Bölünmüş olan birçok odaların her birinde, bir olayın canlandırması yapılmış. Ortama sis salınarak, top, silah, insan sesleri ile savaş ortamı yaratılmış. Bir odada yaralılar tedavi ediliyor, diğer odada şehit olanların başında Kur’an okunuyor. Siperde Türk ve düşman askerleri, karşı karşıyalar ve savaşıyorlar. Gündüz düşman olan askerler, gece sigara konserve alış-verişi yapacak kadar dostlar. En etkileyicisi heykel; düşman askerinin yaralanması sonucu Türk cephesine yakın düşmesi ve Türk askerinin, yağan kurşunlar altında, onu kucağında taşıyarak düşman cephesine teslim etmesi.
Atatürk’ün 1934 yılında Anzak annelerine yazdığı mektubu, burada bir tabelaya yazılmış: “ Uzak diyardan çocuklarını harbe gönderen analar! Gözyaşlarınızı dindirin, evlatlarınız bizim bağrımızdadır. Huzur içindedir ve huzur içinde rahat rahat uyuyacaklardır, onlar bu toprakta canlarını verdikten sonra artık bizim evlatlarımız olmuşlardır.” Tüylerimiz diken diken olmuştu okurken. Doğruydu, bizim askerlerimizle kardeş gibi koyun koyuna yatmaktaydılar. Müzeden çıkarken: “Offf!” Dedikçe vicdanımızı cayır cayır yakan ateş, içimizden fışkırırken Düşmana karşı verilen mücadelelerde, şehit olan canları unutmanın utancı içinde kıvranıyorduk. Sıcak bastırırken, köyden ayrıldık.

Şehitlik Abidesi

Önümüzden giden tur arabalarının peşine takıldık. Ormanların arasındaki yollardan düze çıktığımızda, şehitlik abidesi anıtını gördük. Devasa anıtın yanında olmak için sabırsızlandık. Arabamızı, yüzlerce arabaların arasından gösterilen boş bir yere park ettik. Bir süre yürüyerek, gururumuz olan şehitliğe girdik.
Şehitliğin toplanma alanları, yürüme yolları ve yol kenarları çok güzel düzenlenmiş. Düzenlenen alanlar, bayrağımızın rengi kırmızı-beyaz çiçeklerle donatılmıştı.
Anıt, Hisarlık tepesi üzerine, Ağustos 1960 ta sanat güneşimiz Zeki MÜREN’ in konser gelirleri ve halkın maddi katkısıyla yapılmış. Çanakkale’de savaşan Türk askerleri şehitlerinin, cesaret sembolü olmuştur. 625metre karelik alan içine, 41.71metre yüksekliğinde ve dört sütun üstüne oturtulmuş. Bu abidenin tavanını tamamen kaplayan, mozaikten yapılmış Türk bayrağı resmi vardı. Sütunların alt uçlarına; yapılan savaşlara ait kabartma resimler yapılmış. Sütunlar arası onar metre ve “Yıkılamaz” lığın sembolü olarak çok sağlam yapılmış. Bu abide, boğaza giren yabancı gemiciler tarafından görülecek şekilde tepeye yerleştirilmiş. Hayran ve gururla seyrettiğimiz bu görkemli anıtın, üç tarafı deniz olan çevresini dolandık, içine girdik, resimler çekindik. Alt katta bulunan, savaşa ait aletler ve bilgiler içeren Anıt müzesini gezdik.
Abidenin kırmızı beyaz çiçekli yollarından geçerek, paraleline yapılan kabartma duvar resimlerine geldik. Upuzun ve çok yüksek duvar boyunca; Atatürk ve Türk askerinin savaşını safha safha yansıtan kabartma resimler vardı. Kabartma resimleri incelerken savaşın seyrini görebiliyorduk. Eşimin asker olması ve bize açıklarken heyecanlanması bizi de etkiledi. Resimlere büyülenmiş ve aksettiği olayları yaşıyormuş gibi bakıyorduk. Daha sonra göreceğimiz savaş alanlarına ve alanlarda geçen olaylara vakıf gibiydik.

Sembolik Şehitler Mezarlığı

İncelemelerimizden sonra duvarın arkasına geçtiğimizde sembolik şehit mezarlarını gördük. Mezarların başında camdan levha vardı ve her levha da on asker adına yer verilmişti. Camın her iki yüzüne isimlerin yazılması, birbirinin üstüne geldiğinden zor okunuyordu. Cam değil de ışık geçirmeyen bir madde kullansalar daha iyi olurdu. Bizde hepsine dua okuyup Yozgat ve Kırşehir’li şehit isimlerini, usul usul gözyaşı dökerek, tanıdık isme raslarız merakıyla ziyaret ettik. Babamın iki amcası kurtuluş savaşında Afyon’da şehit düşmüşlerdi. Arkalarında; nice ana babalar evlatsız, gelinler kocasız, çocuklar babasız kalmış ama sevdikleri vatansız kalmamışlardı. Huzurlarından saygıyla, minnet duyarak ve mahcup olarak ayrıldık.
Ormanlık alana girerken; vicdanlarımıza, “Acaba onlara layık torunlar mıyız?” diye sorular sorduk. Sıcaklığın tavan yaptığı ama ormanın püfür püfür esen havasının içinde dinlenirken, buraya gelmekle iyi etmiştik. Her Türk vatandaşı her fırsatta burasını gelip görmeliydi. Nice kınalı kuzular, kuru ekmekle, ekmek hoşafla ya da aç susuz savaşmışlar. vatan savunması söz konusu olunca yokluklara rağmen aslan kesilmişler. Vatan nasıl kurtarılır dünyaya göstermişler.
Halk, mahşeri kalabalıklar halinde şehitlik ziyaretindeydiler. Bu sıcakta geldilerse, sahiplenme vardı. Burada tek yürek olmak demek, “Çanakkale geçilmez!” demekti.

Arıburnu

Yine tur otobüslerinin arkasına takıldık ve Arıburnu koyunda durunca bizde indik. Rehberin anlattıklarını dinlerken bilgilerimizi tazeledik. Çanakkale savaşı: 18 Mart 1915 te Osmanlı İmparatorluğu ile İngiltere, Fransa ve Anzak dediğimiz Avustralya ve Yeni Zelanda askerlerinin birleşmesiyle (İtilaf Devletleri) yapılan savaştır. Osmanlı İmparatorluğu son yıllarda çok topraklarını kaybetmiş, ekonomik yönden çok zayıflamıştı. Bunu fırsat bilen düşman ülkeler, birleşip Osmanlı imparatorluğunu topraklarına katmak istemiştir.
İtilaf Devletleri koca koca savaş gemileri, modern silahlar, toplarla deniz yoluyla Çanakkale boğazına gelmiş. Boğaz güvenliğini sağlamak için bizim ordumuzda karadan savunmaya geçmiş. Gemilerinin içinde yaptıkları boğaz muharebesinde; Türk askerleri, gemilerini batırarak, askerlerini karaya çıkmadan öldürerek onlara üstün gelmiş. Anzak koyunda savaşı kaybedince İngiliz komuta heyeti kara savaşına karar vermiş. Gelibolu üzerine saldırma kararı almış. 25 Nisan 1915 te ilk çıkarma Arıburnu’ndan yapılmış. Rehberin durduğu yerden aşağıya baktığımızda büyük uçurum vardı. Uçurumdan tırmanan Anzakları görür gibi olduk. Uçurumun başında ise kendimizi Türk ordusu gibi gördük.
Anzak ordusundan 1. Tümen uçurumun sırtlarına yerleşmiş ve sabah saat: 10.00 dan itibaren gemilerde bulunan diğer askerler karaya çıkmışlar. İlerleyen zamanlarda 19. Tümen komutanı Yarbay Mustafa Kemal, 57. Alayı da yanına alarak Kılıçbayırı’na tırmanmaya çalışan düşman askerlerini durdurmuş. 72. Alayla birlikte her iki kanadından ve cephesinden düşmanı kontrol altına almışlar. Karşılıklı çok şiddetli çatışmalar yaşanmış ve Anzakların taze kuvvetlerle ve modern silahlarla hücumları sonucunda göğüs göğüse çarpışmalar dahi olmuş. Türk birliği çatışmalar sonucu azalmaya başlamış. Daha sonra arkadan yetişen 64.ve 33. Piyade alayının takviye kuvvetleriyle savaş, Türk askerlerinin üstünlüğüne ve onların kendilerini savunmaya alma şekline dönüşmüş. Rehberin verdiği bilgiler zaman yönünden kısıtlı olduğu için, detaylar hakkında çeşitli kaynak kitaplardan bilgi edinmemizi tavsiye etti.

Conk Bayırı

Anafartalar muharebesinin yapıldığı Kireçtepe, Kanlısırt, Koca Çimentepe, hem Arıburnu hem de Anafartalar cephesine hâkim Conk bayırına tırmandık. Yoldan geçerken tekerlerin altında kalan şehitlerimizi düşünüyor, tüylerimiz diken diken oluyordu. Bu alanlarda yakın mesafede çarpışan askerlerin cesetleri birbiri üstüne yığılarak tepeler oluşturuyormuş.
Conk bayırında gördüğümüz siperler, düşman askerleri ile Türk askerleri arası, 25-30 metrelik mesafelerdi. Kazılan daracık ve derin siper ve savaş malzemesi kalıntıları bizi çok etkiledi. İki tarafın askerleri geceleri; birbirlerinden yiyecek, içecek ve sigara alış verişleri yapan dost, gündüz birbirinin canını alan düşman oluyorlarmış. Göğüs göğse yapılan şiddetli çatışmalar da düşman askeri geri püskürtülmüş ve hâkim tepeler hattı 10 ağustos günü tekrar Türk birliklerinin eline geçmiş.
İtilaf devletleri tarafından Gelibolu yarımadasına yapılan bu saldırılar kara ve deniz gücünde kuvvetli olmalarına rağmen başarılı olamamış 9 Ocak 1916 tarihine kadar yarımadayı boşaltmışlardır. Savaşın sonunda 253 bin Türk askeri şehit olmuş, itilaf devletlerinden ise 250 civarı asker ölüsü bulunmuş.
Özetle, Çanakkale savaşının önemi ve başarısı; Türk ordusu, özgürlük söz konusu olduğu için kanlarının son damlasına kadar savaşmaktan çekinmemişler. Üstün savaşma taktiklerini, silah gücü bakımından çok üstün güce karşı ustalıkla kullanmışlar. Türk ordusu ve onlara kumanda eden Mustafa Kemal gibi komutanlar kanlarıyla kahramanlık destanı yazarak, dünyaya “ÇANAKKALE GEÇİLMEZ! ”dedirtmiştir.

Bigalı Köyünde Atatürk Evi

Anafartalar’dan inerken, tarifsiz yoğun duygular içindeydik. Rehberin yönlendirmesiyle Eceabat ilçesinin Bigalı köyüne uğradık. Tertemiz olan köyün her yerinde Türk bayrakları asılıydı. 1915 yılının Nisan ayının son haftalarında Atatürk ve çalışma arkadaşları başka köylerde ve burada da kalmışlar. Köylüler kaldığı evi restore ettirip halkın ziyaretine açmışlar. Evin bahçesi küçük ve şirin, ev ise iki katlı, altta iki oda ve yukarda yatak ve çalışma odası var. Atatürk’ün kendi özel eşyaları ile çalışma masasında haritaları vardı. Ata’mı bu evde, bu odada hissetmek çok güzel bir duyguydu.
Köylüler, tur ve özel arabalı ziyaretçileri güler yüzle karşıladılar. Her türlü ihtiyacımızı gidereceğimiz herşey vardı ve çok temizdi. Çok modern bir çay bahçesinde Atatürk’ün evi karşısında oturarak çayımızı yudumladık. O evin içinde, vatan savunması için alınan kararları düşündük. Bu kahraman insanlara bize bu ortamı yarattıkları için dua ettik. Günümüzü gözden geçirince, kanlarıyla sulayıp bize bu özgür yaşadıımız yurdu armağan ettikleri için minnettarlığımızı dile getirdik. Her vatandaşın bu kutsal yerleri görmesini, elini vicdanına koyup vatanına sahip çıkmasını diledik. Köylülerden bir şeyler alıp Eceabat’tan hareket edecek feribota yetiştik.

Feribotta Güzel Tesadüf

Feribota giren arabamızdan inip yukarıya çıktık. Öyle yorulmuşuz ki oturaklara çöktük. Masmavi denizi, verilen yiyeceklere üşüşen martıları ve karşıdan görünen doyumsuz manzaralı şehri seyrettik. Feribot tıklım tıklım dolu, kimileri geziyi konuşuyor kimileri resimler çekiyor. Çanakkale şehri, nazarımızda kutsallaşmıştı. Kutsal şehir, şehitlik ziyaretimize teşekkür eden edayla ve eşsiz güzelliğiyle bize kucak açmış, bizde ona feribotla koşuyorduk. Şehire yaklaşınca hepimiz merdivenlerden inip ve arabalarımıza hücum ettik. Bizimkilerden önce arabamızın yanına geldim. Eşim arabayı açık bıraktığı halde uğraşıyorum, arabayı açamıyorum.
Yanında zarif, çok güzel genç kız olan bir beyefendi, yanıma yaklaşarak: “Hanımefendi, bu araba bizim!” dedi. Arabanın kapı koluna yaslanarak “Nasıl olur, bu bizim arabamız!” derken eşim gülerek geldi. “Merhaba Tanju Bey, sizinle karşılaşmak ne güzel!” dedi. Tanju Korel’ in yanındaki genç kızın, Bergüzar Korel olduğunu gördüm. Altınoluk ve Edremit’te “Zeytin Dalı” adlı dizi çeviriyorlardı. Yaşadığımız bölgede çevrildiğinden ilgi ve beğeniyle izliyorduk. O arada eşi Hülya Darcan’da geldi onunla da selamlaştık. Kızlarım onların kızıyla konuşurken etrafımız kalabalıklaştı.
Benim arabanın kapısına ısrarla asılmam boşa değilmiş. İki arabada beyaz, ikisi de Honda ve ikisi de doksan model. Şimdiki modern ve yeni arabalar olmayışı onları hiç üzmüyormuş. Bizim gibi onlarda arabalarını çok seviyorlarmış. Küçükkuyu ’da oturduğumuz için çok şanslı olduğumuzu söyleyip arabalarına bindiler.
Küçükkuyu ’ya, bazen onlar önde bazen biz, arkalı önlü korna çala çala girdik. Onların varlığıyla yolculuğumuz coşkulu ve çabuk geçti. Küçükkuyu ’ya gelince çaya davet ettik, gece çekimine yetişmeleri gerekiyormuş, görüşmek dileğiyle vedalaştık gittiler. Eşim gençliğinde çok sevdiği sinema dünyasından bu artistleri gördüğü için çocuklar gibi mutlu olmuştu. Eve girdiğimizde çok yorgun ve açtık. Duştan sonra yemeğimizi yedik ve çayımızı içtik. Hepimiz odamıza çekilip kutsal bir ziyareti yapmanın rahatlığıyla yatağımıza yattık.

Şehriban TUĞRUL,
Eğitimci yazar

Yorum bırakın

Henüz yorum yapılmamış.

Comments RSS TrackBack Identifier URI

Cavab qoy

Please log in using one of these methods to post your comment:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s